bugün

entry'ler (175)

hayata dair iç burkan detaylar

-Ya kadın kafayı yemiş, onunla ilgili kimseye bir şey demedim ben. "Yakında bunu ödetirim sana." dedi bana.

+Sen ne dedin?

-"Korkmuyorum senden. Şimdi ödet hadi. Come on." dedim.

+Peki bunu derken memelerini salladın mı?

-Offf tamam kayıp zaman, sus kayıp zaman.

+Salladın mı sallamadın mı? Bu önemli bir detay.

-Detaylarda boğarım seniiihhhhhhhh.

+?!!?!???!!?????..... !

vişne suyu

iki masa, internete bağlanmanın mümkün olmadığı iki bilgisayar, gerekli gereksiz evraklar, ışık ve üzerinde Amy Winehouse fotoğrafı bulunan ve fotoğrafın altında "Back to Black" yazan nescafe bardağımı barındıran küçük bir oda. Burası Ankara'nın bir askeri kışlası. Amy Winehouse ve içimdeki ben'ler buranın tüm ciddiyetini bozmaya yetse de bunu benden başka kimse fark etmiyordu.

Ocak ayında (2017) bir gün akşam üzeri tüm işlerimi bitirdikten sonra odadan çıktım ve beni 22 çift ayak kokusuyla karşılayacak olan koğuşa doğru yürümeye başladım.

Hava aşırı soğuk olduğundan dışarıda kimse yoktu. Yürürken çok sevdiğim bir şarkıyı söylemeye başladım:

"Ver bana düşlerimi ver bana gülüşlerimi... Yanarsın, ah yanarsın. Verirsen bana kendini."

Kantinin önünden geçerken yan yana dizilmiş otomatlar gözüme çarptı ve bir içecek almak istedim. Bilirsiniz ki Tropicana'nın vişne suyu inanılmaz lezzetli olur. Şundan bir tane alayım da içe içe gideyim, dedim.

Bu otomatlar bozuk 1 para ile çalışır ve 1 lira atan kutu pepsi veya Tropicana'nın çeşitli meyve sularından bir tanesini alır. Elimi cebime atıp şıngırdayan paralar arasından büyüklüğünü ölçerek 1 lirayı seçtim ve makineye attım. Tropicana vişne yazan düğmeye dokunduğumda birbirini takip eden dört harika sesi duyarak irkildim: Duru luu lopp, duru luu lopp, duru luu lop, duru lu lopp.

Evet, 1 liraya 4 tane meyve suyu düşmüştü ve bu "duru luu lopp" sesi, askerde duyduğum en güzel, en etkileyici sesti. Bir daha olur mu düşüncesiyle hemen 1 lira daha yerleştirdim ve heyecanla itekledim. Kapattım gözlerimi. Gözlerimde yanan zafer ışığıyla birlikte o tanrısal sesi yeniden duydum: Duru luu lopp, duru luu lopp, duru luu lopp, duru luu lopp. Ah, nasıl mutluyum, nasıl kendimden geçiyorum anlatamam. Bu sesi duyarken çikolata şelalesine dalıp zevk içinde yüzüyormuşum gibi hissediyordum. Söylediğim şarkıdaki düşlerimi ve gülüşlerimi bu makine veriyordu sanırım. Ama artık Rihanna, o seksi şarkısıyla eşlik ediyordu bana: "Shine bright like a diamond..."

Hemen cebimdeki tüm bozuk paraları çıkardım. Nefesimi tutup atıyordum otomatın içine. Attıkça o sesi duymanın sarhoşluğunu yaşıyordum. Sivil hayatımda böyle bir şey yaşasam bu derece etkilenmem ama askerde küçücük şey bile bir anda maceraya dönüşüyordu. Doğal olarak ben de bu macerayı sürdürmek istiyordum. Vişne suyu bitince diğer içeceklere geçtim. Param da bitmişti bu arada. Önümde 32 tane kutu meyve suyu duruyordu. Kumarhanelerde üç ifadeyi yan yana getirince markalar önümüze yığılır ya öyle yığılmışlardı önüme.

Koğuşa gittiğimde herkes şaşkınlık içinde meyve sularına bakıyordu. Herkese dağıttım, bana hiç kalmadı. Ama olsun, onlar içtikçe ben mutlu oluyordum zaten. Tabii hiç kimse, tek tek 32 lira atıp bunları aldığımı düşünecek kadar aptal değildi. Olayı anlattım, "Gidin, bitirin o makineleri." dedim. Hava soğuk diye kimse gitmek istemedi. Ben de yanıma bir arkadaşı aldım, gittik ve makineleri bitirdik.

Birkaç gün sonra yine o kantinin önünden geçerken görevli birinin o otomatlara içecek yüklediğini gördüm. Adamın yanına gittim.

+Merhaba, bu otomatlar birçok kişinin parasını almış; ama içecek vermedikleri gibi parayı geri de vermemişler.
-Evet, sıkışma olmuş ama ben o paraların hepsini komutana verdim.
+Tanrılar aşkına! Abi bizim paraları niye komutana veriyorsun?
-Kardeşim ben nerden bileyim kimin parası olduğunu.
+Neyse ben zaten hakkımızı fazlasıyla aldım bu otomatlarlardan.
-Ha evet, ünitelerde arıza olmuş, fazladan içecek vermiş ama düzelttim, bir daha fazladan alamazsınız.

Yarım saat sonra tekrar geçtim otomatların karşısına. Etrafıma göz attım, 1 lira çıkardım ve heyecanla içine fırlattım. Tropicana vişneyi seçtim ve... Duru luu lopp, duru luu lopp, duru luu lopp, duru luu lopp.

Hemen arkadaşları aradım ve bozuk para getirmelerini istedim. Bir anda 7-8 kişi olduk. "Beyler, herkes parayı bana versin, ben düşüreceğim, siz içecekleri alırsınız." dedim ve o inanılmaz dakikaları tekrar yaşadım.

Ertesi gün makineleri kaldırmışlardı.

Şimdi o dört sesi söyleyip bir parça mutlu olabiliriz.

Kadınlar: Duru luu lopp
Erkekler: Duru luu lopp
Şimdi sevgili çocuklar: Duru luu lopp
Hep beraber: Duru luu lopp

Teşekkürler.

postmodern şiir denemeleri

Benim doğduğum köylerde
Meyhane ve cami birbirine yakındı
işte kafam bu yüzden karıştı
Anla biraz.

Benim doğduğum köylerde
un satan adam
"Buraya park eden orrospu çocuğudur." yazmıştı.
Evet çift r'liydi.
Ben mizahı ilk kez böyle tattım,
gülümse biraz.

Sen Carslberg kadar tatlı ve yeşilsin.
Benim doğduğum köyler de yeşil şişelerle doluydu.
Sen de iç o Danimarka birasını,
iç biraz.

Benim doğduğum köylerde
bir cümle yankılanıyordu ansızın:
imam Hatipler Kapatılsın.

en son alınan iltifat

-biliyor musun, sonsuza kadar dinlerim seni. hep konuş sen, hep. ama rica ediyorum, çekirdeğe çiğdem, simite gevrek, çamaşır suyuna klorak, domatese domat, mutfak tezgahına bango, mısıra darı deme! ayrıca çay katma, çay doldur.

+belki siz çiğdeme çekirdek, gevreğe...

-offf tamam kayıp zaman, sus kayıp zaman.

+hani sonsuza ka...

-sus.

(2012-haziran)

antalya

Edebiyat hocası: Antalya'ya gelince haber verirsin, bir şeyler içeriz.

Ben: Olur hocam, Palavra diye güzel bir mekan var Kaleiçi'nde, orda içeriz.

Edebiyat hocası: Ben Lara'yı tercih ederim. Daha şık, daha güzel mekanlar dururken napacağız Palavra'da?

Ben: Ne bileyim, ben düşmüşlerin, kendilerine zarar verenlerin, azılı paranoyakların bulunduğu; bir de kelimelerin fahişe fahişe ortalıkta gezindiği otantik mekanları seviyorum.

Edebiyat hocası: ?!!?...?!!?!.... !

Arkadaşlar: Haha, haha.

Pınar: Şu cümleleri söylerken sigara olmalıydı dudaklarında.

Ben: Sigara da nedir? Pipoyla hayal et beni, tütünü kaçak olsun. Sartre gibi. Lanet Sartre gibi.

sözlük yazarlarının itirafları

Her sabah yaklaşık 1 saat koştuğum parkta, benim dışımda herkes kilolu. (Yazar tam bu noktada sol omzuna bir öpücük kondurup kızlara selam gönderir.) evet, parktaki insanlar Kimi zaman öyle bakış fırlatıyorlar ki "lan it, moralimizi bozmaya mı geldin buraya? Böyle bir vücudun var, ne sikime geliyorsun buraya, kılıksız herif." cümleleri parkta yankılanıyor sanki.

Bir gün hepsi bir araya gelerek büyük bir daire oluşturup bu dairenin tam ortasına beni yerleştirecekler ve daire gittikçe daralacak, sonrasında hiçliğin içine gireceğim diye çok korkuyorum.

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

Biçimsel yönden oluşturulan tarz, ister istemez hepimizin ilgisini çeker. Bir insanın olağandışı giyinmesi, saçlarını alışılmışın dışında tasarlaması; dövmeleri, piercing ve küpeleriyle oldukça hoş bir uyum yaratması, sözgelimi tüm vücudunu bir bütün olarak oldukça çekici bir kompozisyon haline getirmesi ve bir doğallık içinde kendini doğaya bırakmasıyla bizlere zenginlik sunması birçoğumuza pozitif duygular yaşatır. Farklılık her koşulda herkesin ilgisini çekecektir. Kimileri bu farklılığı yadırgayacak, kimileri ise defalarca izleyecektir. "Kız öyle güzel ki, ben dönüp bakmasam bile gövdemin içinden iskeletim dönüp bakıyor." şeklinde harika bir film repliği hatırlıyorum.

Bu güzel biçimselliğin içerikle de beslenmesi ve uyumlu olması gerektiğini düşünüyorum. Yani doğaya böyle farklı bir tarz sunan insanların bilim, sanat, felsefe gibi alanlarda bir parça da olsa kendisini yetiştirmiş olması, çok daha güzel bir hava katacaktır. içinizden "Ooo, bir de ejderhası olsun mu?" diyorsunuz, biliyorum; fakat ben, çok da üst düzey özelliklerden bahsetmiyorum. En azından temel kavramları bilsin, diksiyonu düzgün olsun, kendine ait cümleleri, düşünceleri, fikirleri ve hayalleri olsun.

Düşünün, yazımın başında bahsettiğim kompozisyonu oluşturan bir bireyin gelenekçi olduğunu. Bir düşünün, düğünlerde oynayanların alnına para yapıştırdığını. Yanmakta olan sigarayı ağzından hiç düşürmeden kahvede ödetmesine okey oynadığını, Serdar Ortaç konserine gittiğini düşünün! Hahaha.

Serdar ortaç'a kadar geldiğime göre Konu iyice dağılmış. Sonuç olarak insanlar, birbirini rahatsız etmediği sürece dilediği kadar bakabilmeli.

Şüphesiz, hepimiz, yeryüzünün görsel işçileriyiz.

hayata dair iç burkan detaylar

-Ya herif aşırı kıskanç. Kuzenimden bile kıskanıyor. Niye böyle kayıp Zaman?

+Freud'un oral döneminde sorun yaşamış.

-Ya öfff. Bıktım senin Freud'undan. Bi de hiçbir şeyi kabul etmiyor, hep inatlaşıyor benimle.

+Freud'un anal döneminde de sorun yaşamış.

-Tüküreyim senin Freud'una. Gidiyorum ben. Rezil erkekler. Hiçbirinize güvenim kalmadı.

+Hey! Erikson'un temel güvene karşı güvensizlik evresinde sorun yaşamışsın.

yolculuk

Yine Metrodayım. 4'lü koltukların birinde ben oturuyorum, diğer üçünde üç kız arkadaş oturuyor. Bu kızlar Vodafone müşteri hizmetlerinde çalışıyorlarmış:

-Nasıl göt ettim ama o yavşak müşteriyi. ihihi. ihihi.
-kız valla Kerem bey duyarsa fırçalar seni.
-o mal önce gözlüğündeki pilavı temizlesin ihihi. Dün Aylin hanım'ı süzerek yürürken kapıya çarptı, sonra hiçbir şey olmamış gibi gitti. Ama ben yakaladım. ihihi.

Ben müşteri hizmetlerinde gerçek insanların çalıştığını hiç düşünmemiştim, yıkıldım şu an. sadece bilgisayarın ve beynimizin bir oyunu sanıyordum o konuşmaları. Şu an yanımda oturan kız da benim telefona odaklanmış, size bu yazdığımı okuyor. Bu yaptığı hiç hoş değil. Çünkü ben sizlere Minesotalı fahişelerin çekiciliğinden bahsedecektim ama o bakıyor diye bahsedemiyorum. Haha, şimdi bakmıyor ama benim anlatma hevesim kalmadı.

breaking bad

görsel

kedi isim önerisi

Tekila.

Edith: şarkısı bile var: https://youtu.be/7Oug2-T1mm0

ziraat bankası

Reklam sloganıyla güldüren banka.

"Ziraat bankası. Bir bankadan daha fazlası."

Pardon ama "bir bankadan daha fazlası" yakıştırmasıyla neyi ifade etmeye çalışıyorsunuz?

Mesela herhangi bir gün bana bira mı ısmarladınız? Ya da sabahları beni uyandırıp hafif gülümseyerek "kahvaltın hazır. Limonlu cheesecake bile var." mı dediniz? Bir kez olsun o şık arabalarınızla beni alıp konsere mi götürdünüz? Peki dünyayı tüm insanların el ele tutuşup şarkılar söyleyebileceği bir sahne haline mi getirdiniz?

yolculuk

Metroya bir kadın bindi, gerçekten olağan dışı bir güzelliği vardı. Öyle farklı ve güzel giyinmiş ki Tüm varlığınızla izlemek istersiniz. Dünyanın bütün ülkelerinin bir araya gelip oluşturduğu bir sanat eseri gibiydi sanki. itici bir tavrı da yoktu, gülüyordu gözlerinin içi. Aslında bütün vücuduyla gülüyordu sanki dünyaya. Kadın yürürken tüm yolcuların nefesinin kesildiği apaçık belli oluyordu. Ben kendimi kontrol etmek istedim, soğukkanlı olayım dedim ama kadını görünce o sırada dinlediğim şarkıyı hemen değiştirdim. Zülfü Livaneli'den Nawel Ben Kraïem'e geçiş yapmışım ahahahaha.
https://youtu.be/PN22mbafcxY

Sonra Metrodaki herkesten para toplayıp kadını taksiye bindirmeyi düşündüm ama onu izleyen yolcuların çaresizliğini izlemek daha keyifliydi. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Şaşkınlıklarını atamamışlardı üzerlerinden. Tabii ben son derece rahat takılıyorum. Sanki her gün yüzlerce böyle kadınla oturup şaraplardan, şiirlerden, şarkılardan ve limonlu cheesecake'in güzelliğinden bahsediyormuşum gibi hallere girdim. Tüm bunlar gerçekleşirken ben ineceğim duraktan 4 durak sonra fark ettim inmem gerektiğini. Neyse ki inmem gereken durağı kimse bilmiyordu. Tanrı hariç değil.

yolculuk

"Gelecek istasyon hilal. NeXT Station hilal."

6 arkadaş trendeyiz. Aktarma yapabilmek için sadece 1 dakikamız var. Bu demek oluyor ki trenden iner inmez tüm enerjimizle koşmamız gerekiyor. ihtimal çok düşük olsa da umut var. Arkadaşlar treni kaçırdığımızı kabullendikleri için koşmaya gerek duymadıklarını söyledikler. Bense o treni ne olursa olsun yakalayacağımı biliyordum ve bunun için iddiaya girdik.

+pekala, o lanet trene yetişirsem birer biranızı içerim. (Konuya Böyle Amerika filmlerindeki gibi girmek çok seksi oldu bence)

-Offf, geçen gün de Simone de Beauvoir'in Nasıl okunduğu konusunda iddiaya girmiştin biriyle. Üstelik Fransız bir kızla girdin bu iddiaya ve kaybettin. Hahaha.

+Tamam gülmeyin, sadece 1 harfi yanlış telaffuz etmişim.

-Benim biramı Ramazan'dan sonra alırsın kayıp Zaman.

+Ama ben yarın isterim biramı. Carlsberg olsun.

-Sen kaybedersen her birimize ikişer bira ısmarlarsın. Toplam 10 bira.

Önce müziği ayarladım: https://youtu.be/S7mia9UMG4Y

Bu müzik benim adrenalin seviyemi dengeliyor ve heyecan verici şeylere daha hızlı adapte olmamı sağlıyor. Kapılar açılınca bütün varlığımla koşmaya başladım. Sanki yeryüzünde söylenmemesi gereken bir cümleyi söylemişim de dünyanın bütün insanları beni yeryüzünden silmek için kahkahalar eşliğinde peşimden geliyorlardı. Milyarlarca insan yetmiyormuş gibi bir de duraktaki köpekler takıldı peşime. Deli deli koşuyoruz. Saniyeler ilerliyor ve ben kendimden sıyrılıp kendi hızımı izliyor ve bu ritme yeni ritimler ekliyordum. Tam o sırada kartımda para olup olmadığını düşünmeye başladım ve bu durum canımı acıtmaya başladı. Çünkü trene geçiş için turnikeden "duruu lu lop" sesi gelmeliydi. Bitmeyen 1 dakikanın içinde oradan Oraya savrulurken o harika "duruu lu lop" sesini duydum; içim sevinçle dolmaya başlarken aynı oranda bu sevinç azalıyordu çünkü bu kez trenin kapılarının kapanma sesini duyuyordum: "dit dit diriri dit dit diriri"

Kapattım gözlerimi ve alkış sesi durmaya başladım. Saniyeler içinde gelişen ve zihnimin içine yerleşen bu ses değişimi hoşuma gitmeye başlamıştı. Trenin içindeki Birkaç öğrenci beni alkışlıyordu. Gözlerimin Zafer ışığıyla aydınlandığını hissettim; fakat benden ayrılan ben trenin içinden geçmiş, koşmaya devam ediyordu.

"Hey, yeter Tanrılar aşkına. Kazandın biraları, durabilirsin." dedim ona.

umayumay

https://youtu.be/BDsuR22GQPQ

https://youtu.be/p4zluA60hjs

https://youtu.be/-ZDOihr4cBc

https://youtu.be/ohSwxqaBgRs

https://youtu.be/tSIaGe3TPwo

https://youtu.be/sazBC8fCCMY

Ekleme:

https://youtu.be/Axhoc_QGmUQ

https://youtu.be/ejyajnoPWEE

https://youtu.be/md_de3G0lw4

https://youtu.be/ywsS4WteceM

https://youtu.be/T24fX_NY4jg

https://youtu.be/nE2V_dV_gYQ

https://youtu.be/_CIrDdXBvfw

https://youtu.be/W5If8eYeiiA

https://youtu.be/bA37uhK7IXQ

https://youtu.be/Gb2D-fQiHLI

https://youtu.be/BhMGHZJ2HnI

https://youtu.be/SafqU0408OM

https://youtu.be/qAEdJsPDjOg

https://youtu.be/J56VVtlZCGE

https://youtu.be/W5qwHi8Ytto

https://youtu.be/On4d-nFGN24

https://youtu.be/67hpqmB6Kjs

https://youtu.be/9Pes54J8PVw

https://youtu.be/cnNyxy7XPfs

https://youtu.be/rxtKeYBQdr0

https://youtu.be/ZFeWKMwE3uo

https://youtu.be/xH_sltxrHok

https://youtu.be/e390BV7_oQA

https://youtu.be/36aP8ZmTYww

kitap alıntıları

insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykudadır.

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

görsel

Metrodan çıkınca tüm yolcular yürüyen merdiven önünde toplanırken onları arkamda bırakıp normal merdivenleri kullanarak yukarı çıkmak inanılmaz keyif veriyor bana. Tek başıma tüm düzeni bozmuş olmanın verdiği heyecan, otoriteye başkaldırmış olmanın haklı gururu, "hepinizden iğreniyorum" mesajını vermiş olmak, yalnızlığımı o kısacık zamana da sığdırmış olmak... Böyle güzelliklerin tadını yaşıyorum. Tabii o sırada arkamdaki insanların benimle ilgili söylediği ya da düşündüğü şeyleri de hissediyorum.

-Şuna bak, kendini boşuna yoruyor, kılıksız herif.

-Ah, farklılık yaratan insanları pek severim.

-Nedir lan bu artistlik? Rezil seni.

-Görüyon mu kız Gülşen, genç dediğin böyle olcek.

insan olmasaydın ne olmak isterdin

görsel

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

Ben sana "limonlu cheesecake yapsana." demedim, "limonlu cheesecake olsana." dedim.

yolculuk

"antalya'ya gidecek olan yolcularımız, otobüs hareket edecektir."

orta yaşlı bir adam, her seferinde sesinin şiddetini yükselterek üç kez bu cümleyi söyledi. bu cümleyi sindirebilmek için üç kez güçlü bir şekilde içime çektim izmir'i. birkaç dakika içinde diğer yolcularla birlikte otobüse paketlendim. yolculukta yalnız olmak ne güzel bir şey, dedim kendi kendime. başımı cama dayadım ve yolculuğa alışmaya çalıştım. otobüs titredikçe başım cama vuruyordu ama bundan rahatsız olmuyordum.

üniversitedeyken bir profesörün tavsiye ettiği, çok sevdiğim bir öykünün içinde buldum kendimi: gündüzünü kaybeden kuş. öyküde hiçbir fonksiyonum yoktu aslında. olması da mümkün değildi. ben sadece olayları izliyor, hiçbir şey yapamamış olmanın acısını duyuyordum içimde.

"beyefendi ne içersiniz?"

ses çok yakınımdan geliyordu, başımı camdan çektim ve kime soruyor diye bakındım.

"size soruyorum beyefendi, ne içersiniz?"

ben kendimi hep çocuk olarak gördüğüm için ne zaman bana bu şekilde hitap edilse etrafıma bakarım, etrafımda kimse olmasa bile. çocuğum ben, valla. üstelik daha az önce annemin ve babamın yanından ayrıldım. şu an dolu dolu çocukluk var üzerimde. anlamanızı rica ediyorum. aslında sözcüklere pek takılmam; ama çocukluğum yok sayılırsa ben naparım? ben çocuğum, valla. gündüzümü kaybetmeme sebep olmayın lütfen. azıcık anlayın beni, bir parça anlayın. anlamak, size zarar vermez. evet, siz şu an bana bir kez beyefendi dediniz. hayır, iki kez. ama bu sözcük, yeryüzünde kaç kez söylenmişse tamamı birleşip ruhumu eziyor şu an. bu size göre sadece bir sözcük, değil mi? heyhat! bir sözcüğün insanın özyaşamına ne derece zarar verdiğinin canlı kanıtı karşınızda duruyor. çocuğum ben, valla.

bu cümleleri gerçekten kendisine söyleseydim nasıl bir tepki verirdi, merak ettim.

"şey... afedersiniz beyef..." olabilir mi? olabilir.

ya da bu cümleleri otobüsteki herkesin duyabileceği şekilde söyleseydim ne olurdu?

yanımda oturan, 50'li yaşlardaki oldukça sakin görünen adam: "tamam delikanlı, tartışma çıkmasın, güzel güzel bitirelim yolculuğumuzu."

arka koltuklarda oturan, saçları dökülmüş, emekli matematik öğretmenine benzeyen bir adam: "oğlum, dinle beni. yolun dörtte biri tamamlandı. dörtte üçü de tamamlanana kadar olay çıkarma tamam mı? inince napıyorsan yap, anlatabiliyor muyum?"

ortalarda oturan, sol omzu dövmeli, sterling eq'daki çello çalan kadına benzeyen bir üniversite öğrencisi siyasi slogan atar gibi: "arkadaşım haklı. insanlar birbirine kafasına göre hitap etmemeli. laik, sosyal bir hukuk devleti bunu gerektirir."

önümde oturan, 5-6 yaşlarındaki sarışın kız çocuğu: "abi sen bunları boş ver. kendini de boş ver. sen beyefendi de değilsin, çocuk da değilsin. sen sadece abisin."

en arka sıradaki koltuktan kalkıp üzerime yürüyen kısa boylu, suratı alkolden kıpkırmızı olmuş, kin ve nefretle bakan bir amca: "otur lan yerine! (zaten ayakta değilim ki.) amına koduğumun yerinde senin sikindirik felsefeni mi dinleyeceğiz? zaten canım sıkkın. otobüste içki içemiyorum. otur yerine aptal herif! (zaten oturuyorum ki.)

en önde oturan, oldukça yaşlı ama büyük olasılıkla evde ya da barda deli deli dans eden bir kadın: "çekin o kirli ellerinizi yavrumun üzerinden. fikirlerini güzelce açıkladı işte. üzülme evladım. çocuksun sen, valla."

herkesi susturan bu teyzeyi unicef iyi niyet elçisi yaptım.

"nescafe alabilir miyim? şekersiz."

"buyrun beyefendi."

bu adam deli mi ne? az önce şu sözcük yüzünden kabile savaşı yaşandı ama hala aynı şeyi yapıyor.

yolculuk üzerine düşüncelere daldım. insanlar yolculuğa neden bunca değer yüklüyor? özellikle uzun süren yolculuklara yoğun değer verildiğini gözlemliyorum. bir yerden başka bir yere gitmek mi bu değeri yükseltiyor? yoksa yolculuk sırasında yaşanılan üzüntü, mutluluk, heyecan, hüzün mü? yolculuk sırasında görülen yerler mi? ya da bunların hepsinin karışımı mı? bu duygular, gerçek bir yolculuk olmadan da yaşanamaz mı? zihnimizle de bir yerden başka bir yere giderken bu hisleri yaşayıp yeni yerler göremez miyiz?

sürekli bir yolculuk halindeyiz aslında. düşüncelerimiz, yaşamımız, hayallerimiz yolculukla örülü gibi sanki. bir müziğin başlangıcı ve sonu arasında geçen süre de bir yolculuk olabilir mi? olabilir. yine de uzun süren yolculuklarda gizemli bir çekicilik olduğunu düşünüyorum. gizemli olan her şey de beni çekiyor.